Marka ve Pazarlama

Pazarlama İle İlgilenenlerin Mutlaka İzlemesi Gerektiği 20 Film

Pazarlama İle İlgilenenlerin Mutlaka İzlemesi Gerektiği 20 Film

Kimileri için sinema bir eğlence aracıdır. Kimileri için bir gülme vesilesi, kimileri zaman geçirmek için izler, kimileri sunduğu görsel ziyafete aşıktır, kimileri ise hayatı arar içinde. Ben ise sinemanın bir eğlence unsuru olmasının yanı sıra aynı zamanda eğitici ve izleyene farklı bakış açıları sunan bir sanat olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda izlediğim filmleri tekrar tekrar izlemekten asla sıkılmam ve her izlediğimde de farklı noktaları, farklı bakış açılarını yakalamaya çalışırım.

Bu yüzden içinde hayatı barındıran, izlediğimde odakta kalıp motivasyonumu artıran, bununla birlikte olaylara farklı bakış açılarıyla bakmamı sağlayıp yeni şeyler öğrenmeme vesile olan filmleri daha çok severim. Bu yazımda da sizlere izlediğimde motivasyonumu artıran, yeni bakış açıları kazanmamı sağlayan ve en önemlisi içinde pazarlama barındıran filmleri paylaşmak istedim.

Gelin şimdi hep birlikte pazarlama ile ilgilenenlerin izlemesi gerektiği 20 filmi beraber inceleyelim.

Moneyball : Kazanma Sanatı

IMDB: 7,6   /   MetaScore: 87   /   TomatoMeter: 94

Michael Lewis’in “Moneyball: The Art of Winning an Unfair Game” adlı eserinden uyarlanan ve gerçek bir hikayeye dayanan Moneyball, gerek konusu gerekse sergilenen oyunculukla benim en sevdiğim filmlerin başında geliyor. Film, düşük bütçeli bir beyzbol takımının hikayesini konu alıyor. Geleneksellemiş yöntemlerle zirveye oynayamayacağını gören takımın menajeri Billy Beane (Brad Pitt), kalıpların dışına çıkarak, beyzboldaki kalıplaşmış düşünceleri baştan aşağı sarsıyor. Ortaya koyduğu değerler birçok kişi tarafından kabul görmese de, onu delilikle suçlasalar da o inancını ve azmini kaybetmeden doğru bildiği yolda ilerleyerek başarıya ulaşıyor.

Pazarlamada böyle bir şey değil mi zaten? Bir başkasının yaptığını tekrarladığınızda en fazla ikinci oluyorsunuz. Birinci olmak için farklı bir değer ortaya koymak zorundasınız. Ünlü fizikçi Albert Einstein’in da dediği gibi delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.

 

The Pursuit of Happyness : Umudunu Kaybetme

IMDB: 8,0   /   MetaScore: 64   /   TomatoMeter: 67

Gerçek bir hikayeye dayanan film, Chris Gardner isimli bir satış profesyonelinin hayatın inişli çıkış yollarında başarıya uzanan hikayesini anlatıyor. Bütün birikimini tıbbi cihazlara yatıran ve onların satışını yaparak hayatını sürdürmeye çalışan Chris, cihazların satışını yapmakta başarılı olamayınca zor bir döneme giriyor. Bu dönemde maddi ve manevi olarak zor zamanlar geçiriyor. Fakat iş disiplininden asla kopmuyor. Çalışkanlığıyla son ana kadar yeni aksiyonlar almaya çalışan Chris Gardner, günümüzde bir çok şirketin yakalandığı pazarlama miyopluğuna düşmeyerek, kendisi açısından karşısına çıkabilecek yeni fırsatlar için olasılıklar yaratıyor.

Günümüz iş yaşamında bir çok şirket ya da girişimci yaptıkları işlere ya da ortaya koydukları ürünlere duygusal bağlılık besliyor. Bu duygunun fazlaca olması ise onların pazarlama miyopluğuna yakalanmasına neden oluyor. Pazarlama miyopluğuna yakalanan şirketler veya girişimciler günümüz iş dünyasındaki değişimi fark edemiyorlar ve karşılarına çıkan fırsatları kaçırıyorlar. Bu da onların ilerleyen süreçte başarısız olmasına neden oluyor.

Chris Gardner, önüne çıkan fırsatları değerlendirebilme adına çok çalışıyor ve önemli riskler alıyor. Bir pazarlama profesyonelinin yapmaması gereken hataları bizlere gösteriyor. Sonunda da başarılı bir kariyerin kapısını aralıyor. Konuyla ilgili olarak Cem Yılmaz’ın çok sevdiğim bir lafını hatırlatmak isterim. Başarılı insanların ortak özelliği it gibi çalışmalarıdır. Bu anlamda Chris Gardner resmen it gibi çalışıyor.

 

The Founder : Kurucu

IMDB: 7,2   /   MetaScore: 66   /   TomatoMeter: 81

Kimileri bu filmi Amerikan kapitalizminin künyesi, bir reklam filmi olarak görüyor. Ben ise günümüz iş dünyasında pazarlamanın genel ilkelerini barındıran kült bir eser olarak görüyorum. McDonald’s’ın kuruluş hikayesinin anlatıldığı filmde iki kardeşin ortaya koydukları inovasyonla bir fast food restoranı olarak McDonalds’ı açmalarını ve Ray Kroc isimli satış görevlisinin hırsıyla, inatçılığıyla ve acımasız kapitalizm iç güdüsüyle McDonalds’ı global bir şirket haline dönüştürmesini izliyoruz.

Benim için bu filmin kült olmasının iki nedeni bulunuyor. Birincisi McDonald kardeşlerin restoran işletmeciliğindeki aksaklıkları ve problemleri görüp bunlara yönelik inovatif çözümler sunmaları, ikincisi ise Ray Kroc’un bu inovatif çözümleri bir değer algısı altında birleştirerek marka haline dönüştürmesidir.

Günümüz iş yaşantısında da böyle değil mi zaten. Ne kadar inovatif bir çözüm sunarsanız sunun bunu bir değer algısı altında sunmadığınız takdirde ürettiğiniz inovasyon meta olmanın ötesine geçememekte. Modern pazarlamanın babası sayılan Philip Kotler’in de dediği gibi pazarlama bir marka yaratma sanatıdır. Marka olmayan her zaman meta olur.

 

Ford v Ferrari : Asfaltın Kralları

IMDB: 8,3   /   MetaScore: 81   /   TomatoMeter: 92

Gerçek olaylardan yola çıkılarak yaratılan ilham verici hikayeleri her zaman sevmişimdir. Ford v Ferrari filmi de böyle bir hikayenin üzerine kuruluyor. Filmde Ford’un 1966 yılında düzenlenen Le Mans 24 Saat Yarışında Ferrari’ye kafa tutmasını izliyoruz. Bir yarış filmi olmasının yanı sıra iş yaşamında yönetim ve pazarlama ilkeleri üzerine çok önemli vurguların yapıldığı bir film olarak karşımıza çıkıyor.

Film, pazarlamanın temelini oluşturan değer kavramını resmen ders niteliğinde işliyor. Dönemin en büyük otomobil üreticisi olan Ford, yıllar içinde satışlarının düştüğünü fark ediyor. Bir dizi araştırma yapıyorlar ve görülüyor ki babaları için önemli bir değer olan Ford arabaları, o babaların çocukları için bir değer oluşturmuyor. O Çocuklar için daha hızlı giden, her yarışı kazanan ve zafer algısıyla bütünleşen Ferrari markası daha çekici geliyor.

Bu algıyı tersine çevirmek isteyen Henry Ford II, bir grup Amerikalı mühendis ve tasarımcıdan sıfırdan bir araba yapılmasını isteyerek, Fransa’da düzenlenen 1966 Le Mans Dünya Şampiyonasında Ferrari’nin tekelini kırmayı hedefliyor.

Filmde şişman şirketlerin karar almada ne kadar yavaş davrandıklarını, günün koşullarına uyum sağlamada nasıl zorlandıklarını net bir şekilde görebiliyoruz. Bununla birlikte pazarlama miyopluğuna yakalanan şirketlerin müşterinin taleplerini ve beklentilerini görmezden gelmelerine şahit oluyoruz.

 

The Last Castle : Son Kale

IMDB: 7,0   /   MetaScore: 43   /   TomatoMeter: 52

The Last Castle, zaman geçirmek için izlediğiniz takdirde 3. sınıf bir Amerikan filmi olmaktan öteye geçemediğini itiraf etmeliyim. Hatta daha ileriye gidecek olursak Amerikan popülerizmini buram buram filmde gördüğümüzü söyleyebiliriz. Fakat detaylı bir analizi hak eden film ders niteliğinde anlar barındırıyor. Eğer yönetim, pazarlama, iletişim ilkeleriyle ilgiliyseniz bu filmden önemli dersler çıkaracağınızı söyleyebilirim.

Filmde, Amerikan ordusunda saygın ve önemli bir konumda bulunan General Irwin’ın bir operasyon sırasında yapmış olduğu bir hatadan dolayı hapishaneye düşmesini ve bu hapishanede yapılan haksız uygulamalara karşı baş kaldırısını izliyoruz. Şimdi aklınıza bunun pazarlamayla, iletişimle, yönetimle ne alakası var diyebilirsiniz. General Irwin’ın baş kaldırısı sırasında yetkinliklere önem vererek bir takım oluşturması, oluşturduğu takımda yer alan bireylere sorumluluk vermesi ve her şeyden önemlisi bu takıma bir vizyon ve bir değer sunarak onların bu vizyona, bu değere inanmasını sağlaması bugün iş dünyasındaki bütün şirketlerin ve yöneticilerin yapmaya çalıştıkları şeylerin başında geliyor.

Pazarlama dünyasında şirketlerin birincil müşterileri her zaman kendi çalışanlarıdır. Kendi çalışanlarına sahip olduğu değerleri ve vizyonu inandıramayan şirketler kaybetmeye her zaman mahkumdur. Bu anlamda bu film bizlere pazarlama ilkeleri açısından önemli dersler sunuyor.

 

Inside Job : İç İşleri

IMDB: 8,2   /   MetaScore: 88   /   TomatoMeter: 98

Inside Job, 2008 ekonomik krizini ve buna bağlı olarak oluşan finansal erimeyi gözler önüne seren bir belgesel olarak karşımıza çıkıyor. Ekonominin parametreleri hakkında hiç bir bilgiye sahip olmasanız da günümüz ekonomi dünyasının kırılganlığını basit bir dille anlayabiliyorsunuz.

Krize giden yolda iflas eden bankaları, geri ödenemeyen kredileri, şirketlerin diğer büyük şirketler tarafından satın alınması, finansal krizde batan paraların bu şirketlerdeki insanların ceplerine gitmesini, tüm bu gerçeklere karşısında akademisyenlerin el altından yüklü paralarla susturulmasına şahit oluyorsunuz. Günümüz iş yaşantısı hakkında önemli dersler çıkaracağınız bu belgeseli izlemenizi tavsiye ediyorum.

 

The Martian : Marslı

IMDB: 8,0   /   MetaScore: 80   /   TomatoMeter: 91

Yok artık dediğinizi duyar gibiyim. Bu filmin pazarlama ile ne alakası var diyebilirsiniz. Tabii ki zaman geçirmek için izliyorsanız bir anlamı yok. Fakat hikayenin geneline baktığınızda filmde önemli yönetim ilkelerin ele alındığına şahit oluyoruz.

Andy Weir imzalı The Martian isimli kitaptan sinemaya uyarlanan film, Mark Watney isimli astronotun Mars görev sırasında geride bırakılmasını konu alıyor. Şirketlerin devamlılığı bisiklete binmeye benzer. Nasıl ki bisiklet durduğu takdirde düşeriz, şirketlerde ivmelerini kaybederlerse batarlar. Bu anlamda şirketlerin birinci önceliği mevcut ivmelerini korumaktır. Sonrasında ise sahip oldukları ivmeyi geliştirmeye çalışmak.

The Martian filminde de bunu açıkça görüyoruz aslında. Geride kalan astronot Mark Watney, bisikletten düşmemek adına hayatta kalması gerektiğini bilen bir astronot.  Mevcut şartların bilincinde olarak önemli bir kriz yönetimi sergiliyor. Krizi kontrol altına aldıktan sonra da bulunduğu krizden çıkış yollarını arıyor. Dolayısıyla bizler için iş yaşantısında önemli dersler sunuyor.

 

Burnt : Çok Pişmiş

IMDB: 6,6   /   MetaScore: 42   /   TomatoMeter: 28

Filmin almış olduğu puanları sizi kandırmasın demeyeceğim. Hayata yeniden tutunma üzerine klişe bir hikaye barındıran filmi size bir baş yapıt olarak sunmaya da çalışmıyorum. Fakat filmin ekip kurma ve yönetme adına önemli noktalara işaret ettiğini söylemek istiyorum.

Steve Jobs’un en önemli şansı etrafında iyi insanların olması, doğru insanlarla çalışıyor olmasıydı. Steve Jobs harika bir bilgisayar mühendisi değildi. Eğer Apple bilgisayarlarını Steve Jobs üretmiş olsaydı muhtemelen Apple bugün bu noktada olmayacaktı. Fakat Steve Jobs, başarıya giden yolsa iyi ve doğru insanlarla çalışmak gerektiğinin bilincindeydi. Onun en büyük özelliği de buydu.

Bu filmde de Steve Jobs gibi Adam Jones’un doğru insanları bularak onları bir hedefe güdülemesini ve onları motive etmesini izliyoruz. Kaldı ki sinemada çok fazla yemek temalı film bulunmuyor. İzleyin derim, pişman olmazsınız.

 

The Post

IMDB: 7,2   /   MetaScore: 83   /   TomatoMeter: 88

1971’de Pentagon belgeleri etrafında dönen yasal sürecin sonucunda Amerika’nın Vietnam’dan geri çekilme sürecini başlatan olayları konu alan film, bu anlamda önemli unsurları barındırıyor.  Bir gazetecinin meşru hükümetini ve ordusunu karşısına alarak özgür basın kavramına sarılıp tarihi gerçekleri açıklamasını izliyoruz. Bu anlamda bütün zorluklara rağmen aktivist bir eyleme soyunduğunu görüyoruz.

Bir markayı kıymetlendiren, onu değerli hale getiren şey nedir? Kaliteli ürün üretmesi mi? Yüksek satış rakamlarına ulaşması mı? Yoksa farklı bir meziyet mi? Günümüz pazarlama anlayışında aktivist marka diye bir tanım ortaya çıkmış durumda. Bu tür markalar büyük duvarları karşılarına alarak o duvarları yıkmayı amaçlamaktadırlar. Karşılarından esen sert rüzgarları kullanarak yükselirler. Bu filminde bu anlamda izlenilmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

The Intern : Stajyer

IMDB: 7,1   /   MetaScore: 51   /   TomatoMeter: 60

Şirketinize 70 yaşında birini stajyer olarak alır mıydınız? 70 yaşında stajyer olur mu dediğinizi duyar gibiyim. Peki aynı şartları sunacak olsaydınız ve karşınızdaki adaylar bunu kabul etseydi, 20 yaşında üniversiteden yeni mezun olmuş bir kişiyi mi stajyer olarak alırdınız yoksa yıllar içinde farklı sektörlerde önemli tecrübeler edinmiş 70 yaşında bir kişiyi mi? İşte filmin konusu tam olarak bu.

İnternet üzerinden moda ürünlerin satışını yapan genç girişimci Jules Ostin, şirketinde başlattığı staj programına 70 yaşındaki Ben Whittaker isimli bir emekli başvuruyor ve olaylar gelişiyor. Deneyimin ve tecrübenin önemini bizlere sunan bu filmde sizinde kendinizden bir şeyler bulacağınızı düşünüyorum.

 

People I Know : Tanıdığım İnsanlar

IMDB: 5,5   /   MetaScore: 53   /   TomatoMeter: 43

Listedeki en sıkıcı filmlerden biri olsa da pazarlama iletişimi adına ve kişisel markalaşma adına önemli unsurları içinde barındırıyor. Filmde Eli Wurman isimli halkla ilişkiler uzmanının yaşadığı olayları izliyoruz.

Eğer tanıtımınızı doğru yapmazsanız sesiniz karanlıktaki herhangi bir sesten farklı olmayacaktır diyerek bize pazarlama iletişiminin önemi göstermekte olan bu film Al Pacino’nun en kötü filmlerinden biri olmakla birlikte pazarlama iletişimine meraklı kişilerin sıkılsalar dahi izlemesi gerektiğini düşünüyorum.

 

12 Angry Men : 12 Öfkeli Adam

IMDB: 8,9   /   MetaScore: 96   /   TomatoMeter: 100

Sayısız araştırmaya konu olan, üniversitelerde ders niyetine okutulan, vaka çalışmalarının vazgeçilmez filmi 12 Angry Men, tam bir baş yapıt olmakla birlikte bir pazarlama profesyonelinin izlemesi gereken filmlerin başında geldiğini düşünüyorum. İletişim adına önemli doneleri bizlere sunan film, Amerika’da bir davada jürilik yapan 12 adamın bir odada geçen hikayesini anlatıyor.

Filmi defalarca izlediğim halde her seferinde farklı noktalar dikkatimi çekiyor ve her defasında acaba ben olsam ne yapardım düşüncesi içinde buluyorum kendimi. Bu bakımdan pazarlama iletişimi adına önemli bir film olduğunu düşünüyorum.

Kaldı ki sadece pazarlama ile ilgilenenlerin değil aklınıza gelebilecek herhangi bir meslek grubuna da dahil olsanız bu filmde kendinizle ilgili çok şey bulacağınızı söyleyebilirim. Liderlik, grup davranışı, çatışan değer sistemleri gibi temalar üzerine kurulu olan bu film, karar verme biçiminiz hakkında sizi tekrar tekrar düşünmeye sevk edecektir.

Tabii burada küçük bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Bu film 1957 yılında çekildi. Dolayısıyla dönemin şartları gereği siyah beyaz bir film. Yıllar sonra 1997 yılında yeniden çekilmiş olsa da 1957 yılında çekilmiş olan versiyonunun tadını vermiyor. Bu nedenle tavsiyem 1957 yılında çekilmiş olan siyah beyaz versiyonunu izleyin derim.

 

Thank You for Smoking : Sigara İçtiğiniz İçin Teşekkürler

IMDB: 7,6   /   MetaScore: 71   /   TomatoMeter: 86

Zararları herkes tarafından bilinen ölümcül bir ürünün pazarlamasını nasıl yapardınız? Thank You for Smoking tam da bu konuya açıklık getiren bir film olarak karşımıza çıkıyor. Tütün endüstrisinin lobi faaliyetlerini yürüten Nick Naylor’un hikayesinin anlatıldığı filmde, kriz yönetimi, kurumsal iletişim ve halklar ilişkiler anlamında çok önemli stratejilere şahit oluyoruz.

Filmde Tütün endüstrisinin imajını kurtarmaya çalışan Naylor, bizlere çok önemli bir ders veriyor. Eğer insanlara güven verip, motivasyon sağlarsanız her şeyin pazarlamasını yapabilirsiniz.

 

Joy

IMDB: 6,6   /   MetaScore: 56   /   TomatoMeter: 61

Joy, Miracle Mop ve Huggable Hangers ürünlerinin yaratıcısı Joy Mangano’nun hayatından esinlenilerek çekilen bu film, bir girişimcilik hikayesi olarak karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte 90’larında Amerikan kapitalizmine önemli eleştirilerde bulunan film, bizlere girişimcilik, ürün, müşteri deneyimi, pazarlama gibi konularda ilham verici fikirler sunuyor.

 

Forrest Gump

IMDB: 8,8   /   MetaScore: 82   /   TomatoMeter: 72

Forrest Gump, listemde her zaman en üst sıralarda yer almayı başaran bir film. Hani bazı şekerler vardır ya yediğinizde ekşi mi, tatlı mı olduğunu anlamazsınız, çok değişik tatlar bırakır ağzınızda. Forrest Gump’ta benim için böyle bir film. Onlarca kez izlediğim halde her izlediğimde farklı bir tat bıraktı ağzımda. Ve ben tarz filmleri çok seviyorum.

Tabii ben bu filmin pazarlama ile olan ilgisine dikkat çekmek istiyorum. Birçok kişi bu filmin pazarlama ile bir alakasının olmadığını düşünebilir. Ben ise pazarlamanın en temelinde yer alan insan faktörünün bu filmde çok güzel işlendiğini düşünüyorum. Bununla birlikte karakterimiz Forrest Gump’ın Amerika’yı boydan boya defalarca koştuğu bir sahne var ki üzerine tezler yazılacak cinsten. Demem o ki bu filmi izlemediyseniz kesinlikle izleyin, izlediyseniz bile bir de pazarlama bakış açısıyla tekrardan izleyin.

 

Lord of War : Savaş Tanrısı

IMDB: 7,6   /   MetaScore: 62   /   TomatoMeter: 62

Lord of War, Nicolas Cage’nin sinematografisindeki kaliteli yapımlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Ukraynalı bir göçmen olan Yuri Orlov’un ticaretten, silah tüccarlığına uzanan yaşamını izlediğimiz filmde, etik ve ahlak kurallarını bir kenara koyarsak Yuri’nin yaptığı işe olan tutkusuna ve risk alma becerisine şahit oluyoruz. Bununla birlikte modern pazarlama anlayışının olmazsa olmazlarından biri olan değer yaratma sanatını bu filmde rahatlıkla görebiliyoruz. Müşteriye değer oluşturma ve iletişim teknikleri konusunda önemli bilgiler edinebileceğiniz bu filmden sizde kendi iş hayatınız için dersler çıkarabilirsiniz.

 

Pad Man

IMDB: 8,0   /   MetaScore: –   /   TomatoMeter: 76

Hindistan’nın kırsal bölgesinde yaşayan Arunachalam Muruganantham’ın gerçek hikayesini konu alan Pad Man, girişimcilik ve pazarlama üzerine önemli bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Filmin başrolünde Lakshmi karakteriyle Akshay Kumar yer alıyor.

Lakshmi, Hindistan’ın kırsal bir bölgesinde eşi, annesi ve iki kız kardeşiyle birlikte yaşıyor. Onların regl dönemlerinde hastalık ve enfeksiyon riski barındıran kirli, sağlıksız bezler kullandığını gören Lakshmi, daha sağlıklı, ucuz bir alternatif yapmak için kolları sıvıyor.

Eşine, annesine ve kız kardeşlerine daha ucuz ve daha sağlıklı bir alternatif sunmak adına deneyler yapan Lakshmi, bu deneyler sırasında Hindistan’ın kültürel zorluklarıyla da mücadele etmek zorunda kalıyor. Öyle ki eşi bile, kadınların mahremine burnunu soktuğu için Lakshmi’den utanıyor ve evlilikleri sıkıntılı bir döneme giriyor.

Bu tür bu zorluklara rağmen, Lakshmi bizlere bir işe tutkuyla bağlanmanın önemini gösteriyor, müşteri deneyimi, geri bildirim, inovasyon ve pazarlama konusunda ise ilham veriyor.

 

The Devil Wears Prada : Şeytan Marka Giyer

IMDB: 6,9   /   MetaScore: 62   /   TomatoMeter: 75

Lauren Weisberger’in Vogue dergisi genel yayın yönetmeninin asistanlığını yaptığı sırada biriktirdiği anılarını topladığı kitaptan sinemaya uyarlanan Şeytan Marka Giyer, Amerikan moda dünyasında ve iş yaşamında yaşananları beyaz perdeye aktarıyor.

Film vahşi iş yaşamında bizlere gerek şirket yönetimi gerekse çalışan gözüyle farklı pencerelerden bakış açısı sunuyor. İlkinde bir şirket yöneticisi olarak mükemmel olmanın ve planlamanın gelebileceği son noktayı izliyorken, ikincisinde bir çalışan olarak kişisel beklentilerimizin kariyerimize olan dokunuşuna şahit oluyoruz.

 

Adidas vs. Puma – That’s The Name Of The Game!

IMDB: 6,9   /   MetaScore: –   /   TomatoMeter: –

Adidas ve Puma, dünyanın en ünlü spor ürünleri markaları olmalarının yanı sıra hikayeleriyle de ilgi çekici markalardır. Kurumsal rekabetin çok ötesine geçen bu hikayelerin temelinde ise Adidas’ı kuran Adolph Dassler ile Puma’yı kuran Rudolph Dassler’in kardeş olması geliyor. İşte bu filmde de birbirleriyle çekişme halinde olan bu iki kardeşin rekabetlerinin sonucunda iki büyük ayakkabı markasını çıkarmış olması işleniyor.

Önceleri birlikte güzel işler ortaya koyan iki kardeşin zaman içinde fikir ayrılıkları yaşaması sonucu ayrılmalarını ve ardından da sıkı bir rekabete girmelerini izliyoruz filmde. Adolph, idealist bir kişilik ortaya koyarken, Rudolph pazarlamanın önemine inanan bir karakter olarak karşımıza çıkıyor.

Adidas vs. Puma filmi, girişimcilik, pazarlama, markalaşma ve fırsatları değerlendirme anlamında ilham verirken, önemli dersler sunuyor.

 

Hancock

IMDB: 6,4   /   MetaScore: 49   /   TomatoMeter: 41

Hollywood’daki ilk anti süper kahraman filmlerinden biri olarak karşımıza çıkan Hancock’u, süper güçleri olan beceriksiz ve bir o kadarda serseri bir kahraman olarak izliyoruz. Ne yaparsa yapsın kamuoyu nezdinde istediği itibarı kazanamayan Hancock’un yolu halkla ilişkiler uzmanı Ray Embrey ile kesişiyor ve ikili, Hancock’un marka algısını yükseltmek için çalışmalara başlıyor.

Hancock, gerek konusuyla, gerek senaryosuyla tam bir süper kahraman filmi. Fakat Marvel evrenine nazaran gerçeklik algısını daha iyi işlediklerini söyleyebilirim. Tabii bu durum filmden kendimize pay çıkarmamızı engellemiyor. Bir süper kahraman olsanız dahi markalaşma konusunda adım atmanız gerekiyor. Günümüz iş dünyasına uyarlayacak olursak eğer ne kadar büyük bir şirket olursanız olun, ne kadar satış yaparsanız yapın, ne kadar marka tekeli oluşturursanız oluşturun her zaman marka ve pazarlamaya ihtiyaç duyuyorsunuz diyebiliriz.

Şüphesiz ki bu listeye daha birçok filmi ekleyebiliriz. Ben izlediğim filmler içerisinde etkilendiğim, kendimce önemli dersler çıkardığım filmleri sizlerle paylaşmak istedim. Eğer sizlerinde bu listenin dışında pazarlamayla, girişimcilikle, markalaşmayla ilgili beğendiğiniz filmler varsa yorum kısmına yazarak benimle paylaşabilirsiniz.

Yazar Hakkında

Melih Güney

12 yıllık mesleki yaşantımda turizm ve sağlık sektöründe pazarlama ve marka yönetimi üzerine çalışmalarda bulundum. Şu an Yeni Yüzyıl Üniversitesi Gaziosmanpaşa Hastanesi’nde Dijital Pazarlama Yöneticisi olarak görev alıyorum. Aynı zamanda İstanbul Aydın Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Sosyal Medya üzerine dersler veriyorum.

Yorum Yap