Büyük yunan filozofu Eflatun “İnsanlar bu dünyadan göçerken her şeyi burada bırakmakla mükelleftir. Çoğunu bırakıyorlar da. Ancak beraber götürdükleri çoğu kez bilgi ve kültürleri oluyor.” demiş. Bende bu yazımda Eflatun’un bu sözüne uyarak 2001 yılında aramızdan elim bir olay sonucunda ayrılan Üzeyir Garih’in bir anısını paylaşmak istedim.
1951 yılının Temmuz ayında 17 arkadaşımla birlikte İTÜ Makine Fakültesi’nden başarılı bir öğrenci olarak mezun oldum. O gün hayatımın en mutlu günlerinden biriydi. Sınavlara hazırlanmaktan para getirebilecek işleri altı aydır ihmal etmiştim. Parasızdım. Ancak Yüksek Mühendis diplomasını kazanmış olmaktan dolayı mutluydum.
O sabah motor dersi hocalarımız, ikisi de asistan olarak çalışan Prof. Necmettin Erbakan ve Prof. Hakkı Öz’ün karşısında başarılı bir motor sınavı ve mezuniyete hak kazanmıştım. Bu olayı kutlamak için bir arkadaşımla Moda’da yazın ilk deniz banyosunu yapmayı ve kendimize bir ziyafet çekmeyi kararlaştırdık. Mayolarımızı yanımıza almıştık. Arkadaşım Moda’ya gitmeden önce yeni inşa edilen Levent Mahallesi’nde otobüsle bir tur atıp Türkiye’de o gün için yepyeni bir olay olan bir uydu villa kenti gezip görmeyi teklif etti. Merakla kabul ettim.
Levent, alt yapısı tamamlanmış villaları toparlar görünümdeydi. Yolları o zamanlar pek ender rastlanan bir şekilde tamamen asfalttı. Otobüsten inip merakla yürürken bir villanın kapısının önünde villa sahibi ile bir amelenin yüksek sesle tartışmalarına tanık olduk. Merakla yaklaştık. Bizi gören villa sahibi sanki içini dökmek ister gibi bize dönerek:
-Burada temizlenecek bir su deposu var. Tam yevmiye veriyorum yapmıyor. Ne ister bilmem ki, diyordu.
Amele ise;
-Bu iş geceye kadar sürer, kurtarmaz! Kahveye gidip yarına kadar uygun iş ayarlarım, diyordu.
Arkadaşımla aynı şeyi düşünmüş gibi bakıştık. İkimiz de parasız sayılırdık. Amele yevmiyesi ise 6 lira idi. Bizim o günkü ihtiyacımızın hemen hemen iki misli.
Villa sahibine bu işi yapmaya hazır olduğumuzu söyleyince, amele homurdanarak
-Canınız çıksın da anlayın halimizi, diyerek uzaklaştı.
Mayolarımızı giydik. Deponun pırıl pırıl temizlenmesi bir saat sürmemişti. O sıcak yaz gününde bahçede hortumla duşlandık. Havlu fabrikası sahibi olduğunu sonradan öğrendiğimiz ev sahibi, kim olduğumuzu anladıktan sonra altışar lira ile birer havlu hediye ederek ve birer gazoz ikram ederek uğurladı.
Bu işte kanımca tek kaybeden ‘Kurtarmaz!’ diyen amele olsa gerek.
İş mi çoktu?
İnsanlar mı tembeldi?
Neyi ‘kurtarmaz’ idi?
Bu güne kadar da anlamış değilim.
ÜZEYİR GARİH
Bu anı Üzeyir Garih’in kaleme aldığı Deneyimlerim adlı eserinden alınmıştır.
Yorum Yap